#bir at neden öldürülür
Explore tagged Tumblr posts
derilx · 2 years ago
Text
Tumblr media
bak, bu şehirde insanlar toplanıyor. her şeyin daha açık olması için bir kaç ışık yakıyorlar.. bununla da kalmayıp o ışıkları daha güzel görünmesi için renklere boğuyorlar. kendilerini, renklere boğuyorlar. Bir gezgin aralarında dolaşırken rüzgar onunla oynuyor, atkısını belki, belki de paltosunu çalıp uzaklara götürüyor. çocuklar ve çocuk kalabilenler gülüyorlar, yaşlılar kızgın ve mutsuz. her zaman bir sebebi olanlardır suratı asık olanlar, halbuki mutluluğun bir sebebi olmadan da kalbi atabilirdi. Dünyanın en güzel yerini görüyorum, kendimde ya da başkasında değil. bunlar da gerçek olmasa olur, hiçbir şeye inanmak istemiyorum. bu yüzden asılır mıyım, linç edilir miyim, öldürülür müyüm umursamıyorum. benim gökkuşağımda renkler sebepsiz, neşesiz ve sessiz. sokağın canlı görüntüsünde ancak bir ölüye ait olabilecek ellerim kavramaya çalışıyor, zamanı. enstrümanım nedir, neyi çalmalıyım ilgi çekebilmek için. kendimi renklerin hepsini özümseyen bir renge sokuyorum, kapım çalsa da kırmızı ve siyahtan başkasını içeri almıyorum. bu özel bir parti, alkol kullanmıyoruz, ot içmiyoruz. bir kaç nota güzelleştiriyor bizi, bir kaç aşk özelleştiriyor. nereden geldin bilemem, evrene hiç uğramadım. bazen nefret ediyorum kendimden ve boyalar bastırıyor bunu, aynaya, kendime makyaj yapıyorum. bazen nefret ediyorum sesimden, neden güzel şarkı söyleyemiyorum? duygularım.. diğer her duyguyu özümsüyor, kalbimde evet, kalbimde hissediyorum gökkuşağını. herkesin günahkar olduğu bu şehirde, bir aziz gibi yürüyorum. gezgin de benim, sevgilim olsun ve ben rüzgarla cilveleşiyorum. tehlikeli olduğunu bildiğim sokaklarda yürürken, paltomun içinden ve bileğime, oradan da yere kanımı akıtıyorum. ekmek kırıntıları değil beni bulmalarını sağlayan, arkamda kendimi bırakıyorum.
3 notes · View notes
pazaryerigundem · 3 months ago
Text
23 Ağustos Cuma günü vizyona girecek filmler
https://pazaryerigundem.com/haber/186586/23-agustos-cuma-gunu-vizyona-girecek-filmler/
23 Ağustos Cuma günü vizyona girecek filmler
Tumblr media
Sinemaseverler 23 Ağustos Cuma günü vizyona girecek yeni filmlerle buluşuyor.
İSTANBUL (İGFA) – Bilim kurgudan komediye, korkudan animasyona kadar önemli yapımların vizyonda olacağı 23 Ağustos Cuma günü, sinemaseverlere farklı dünyaların kapılarını aralayacak.
AĞUSTOS CUMA GÜNÜ VİZYONUNUN ÖNE ÇIKANLARI
Sinemaseverlerin beğenisini kazanan Arıcı: Öl��m Kovanı ve Freddy’nin Pizza Dükkanında Beş Gece filmleri Yaz Film Festivali kapsamında yeniden vizyona girecek. Arıcılık mitolojisine derinden bağlı güçlü ve gizli bir örgütün eski bir ajanı Adam Clay’ın intikam mücadelesini anlatan Arıcı: Ölüm Kovanı ve gece vardiyasında çalışan bir güvenlik görevlisinin yaşadıklarını konu edinen Freddy’nin Pizza Dükkanında Beş Gece festival kapsamında sinemaseverlerle buluşacak. 
CGV Çocuk Aile Kulübü Film Festivali kapsamındaysa animasyon tutkunlarının ve çocukların çok sevdiği Harika Kanatlar, Afacanlar Kampta, Kardeş Takımı ve Rafadan Tayfa 4: Hayrimatör filmleri yeniden vizyona girecek. 
Haftanın gerilim filmlerinden Gözlerini Kırp (Blink Twice), zengin bir iş insanının davetine katılan genç bir kadının yaşadıklarını konu ediniyor. Los Angeles’lı genç ve zeki bir garson olan Frida, bağış toplama gecesinde teknoloji milyarderi Slater King’le  tanışır. Slater, Frida’yı özel adasında arkadaşlarıyla birlikte yaptığı tatile davet eder. Cennet gibi gözüken adada herkes eğlenceli vakit geçirmektedir. Ancak çok geçmeden tuhaf şeyler olmaya başlar ve Frida kendi gerçekliğini sorgulamaya başlar. Frida bu partiden sağ çıkmak istiyorsa gerçeği ortaya çıkarmak zorunda kalacaktır.
Tumblr media
Senaristliğini Zach Baylin’in, yönetmenliğini Rupert Sanders’in üstlendiği Ölümsüz (The Crow), vahşi bir cinayete kurban giden genç aşıkların hikayesini konu ediniyor. Eric Draven ve nişanlısı Shelley bir haydut çetesi tarafından vahşi bir saldırıya uğrayarak öldürülür. Ancak çok geçmeden Eric, gizemli bir karga tarafından canlandırılır ve kendisine gizemli güçler verilir. Bu durumun ardından Eric, kendisinin ve Shelley’nin katillerine yaptıklarının bedelini ödetmek için eşi benzeri olmayan bir intikam yolculuğuna çıkar.
Senaristliğini ve yönetmenliğini Hüseyin Eleman’ın üstlendiği haftanın komedi filmi Mahşerin Üç Delisi, hastaneye nakilleri sırasından suçlular ile karıştırılınca kendilerini aksiyon dolu bir maceranın içerisinde bulan üç hastanın hikayesini konu ediniyor. Üç hasta, sosyal fobi, şizofreni ve çoklu kişilik tedavisi görmek için hastaneye nakledilir. Ancak nakil sırasında hastalar, suçlular ile karıştırılır ve bu durum onların bir suç örgütü tarafından kaçırılmasına neden olur. Kendilerini bir anda esaret altında bulan hastalar, özgürlüklerine kavuşmak ve en önemlisi hayatta kalmak için örgütün kendilerine verdiği görevleri kabul etmek zorunda kalır.
Japon animasyon üstadı Hayao Miyazaki’nin en değerli yapıtlarından, anime tutkunlarının favorilerinden Ruhların Kaçışı (Spirited Away), 75. Akademi Ödülleri’nde En İyi Animasyon dalında Oscar’a; 52. Berlin Film Festivali’nde ise Altın Ayı ödülüne layık görülmüştür. Yolculuk esnasında yolda gördükleri bir tünele dikkat eden aile, tünelin içerisinden geçtiklerinde karşılaştıkları fantastik dünyanın içerisinde büyülenirler. Ancak bu kasabada yolunda gitmeyen bir şeyler vardır, bu büyü kısa bir zaman sonra bozulacaktır. Ailesini kaybeden küçük Chihiro, babasını kurtarmak için korku dolu bir maceraya atılacaktır.
Haftanın korku filmlerinden The Hunted, tekneleri alabora olduktan sonra zengin Avrupalılar tarafından kurtarılan bir grup göçmenin hikayesini konu ediniyor. Güney Sudan’daki iç savaştan kurtulan Wael, koruduğu küçük çocukla birlikte ülkesinden kaçmayı başarır. İkisi, Libya ve Sudanlı mültecilerle dolu bir kaçakçı teknesine binerek Avrupa’ya ulaşmaya çalışır. Ancak tekneleri alabora olur ve diğer mültecilerle birlikte Wael, tatil yaptıkları cennet gibi adada onlara barınak sunan zengin Avrupalılar tarafından kurtarılır. Kurtarıcılar gerçek niyetlerini ortaya çıkarıp acımasız insan avcılarına dönüştüklerinde mucize çok geçmeden bir kabusa dönüşür.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
ruyatabiricomtr · 1 year ago
Link
Rüyada Akrep Öldürmek - https://ruyatabiri.com.tr/ruyada-akrep-oldurmek/?feed_id=967&_unique_id=65170fcb49f3a
0 notes
hetesiya · 2 years ago
Text
*Deprem ve Irkçılık: Mağduru Mağdura Kırdırmak
Tumblr media
Foti Benlisoy
1923 yılının 1 Eylül günü, yerel saatle 11.58’de Japonya’nın Honshu adasındaki Kanto vadisi, 7.9 büyüklüğünde bir depremle sarsılır. Deprem başta başkent Tokyo ve liman şehri Yokohoma olmak üzere çok sayıda yerleşim biriminin bulunduğu çok geniş bir coğrafyada büyük bir yıkıma yol açar. Depremi takip eden büyük yangınlar can kaybının daha da büyümesine neden olur. Bu büyük felaket sonucunda yaklaşık 140.000 insan hayatını kaybeder.
Depremin hemen ardından bu bölgede yaşayan Koreli göçmenlerin çeteler oluşturarak yağma eylemlerine giriştiklerine dair dedikodular yayılır. Hatta Korelilerin komünist ve anarşistlerle birlikte yangınlar çıkardıkları, içme suyu kaynaklarını zehirlediklerine dair “haberler” ortaya atılır. Ülkede Korelilere dönük düşmanlık ve önyargılar zaten yaygındır. Böylece depremden kısa süre sonra başta büyük hasar görmüş Yokohoma olmak üzere birçok yerleşim biriminde Korelilere dönük yaygın şiddet eylemleri ve linç girişimleri başgösterir. Bazı durumlarda kolluk güçleri de bu saldırılara katılır, hatta polisin Korelileri linççi kalabalıklara teslim ettiği vakalar yaşanır. Ordu ve polis bu şiddet dalgasından yararlanarak komünist ve anarşist muhalifleri tasfiye etmeye girişir. Bu ırkçı şiddet kampanyasının sonucunda altı binden fazla insan öldürülür. Bir büyük felaketin içinden bir başka felaket, bir katliam çıkar.
Kato depreminden yüz yıl sonra, bir felaketi ırkçı bir şiddet dalgasının izlemesi ihtimali bize hiç de uzak değil. Bundan daha iki yıl önce Türkiye’nin birçok bölgesinde yaşanan büyük yangınlar sırasında ortaya atılan ve yangınların sorumluluğunu Kürtlere (bazen de mültecilere) fatura eden komplo senaryolarını hatırlayalım. Başta Manavgat olmak üzere, yangından etkilenen bir dizi yerleşim yerinde ahalinin bazen elde silah ormanları ateşe verdiği iddia edilen Kürt ya da göçmen avına çıktığını unutmayalım.
Maraş merkezli iki deprem sonrasında göçmen düşmanlığının körüklenmesi bu nedenle hiçbirimizi şaşırtmasın. Ana akım medya organlarında (hatta bunların “muhalif” sayılanlarında dahi) Suriyeliler “yağmacı”, “çeteci”, “yardım tırı hırsızı” olmakla rahatlıkla suçlanabiliyor, hedef haline getiriliyor. Sosyal medyada Suriyeli mültecileri hedef gösteren çok sayıda provokatif paylaşım yapılıyor, mülteciler yağmayla, depremzedelere saldırmakla suçlanıyor. Taraftar grupları mensupları güya depremzedeleri Suriyelilerden korumak adına beyanat veriyor. İsmi lazım olmayan kimi şahıslar kolluk güçlerine “vur emri” verilmesini talep ederek bilinçli olarak yangına körükle gidiyor. Sosyal medya mecralarında güya yağmacı olarak nitelenen ve göçmen oldukları anlaşılan insanlara eziyet edildiğini gösteren videolar coşkulu etkileşimlerle paylaşılıyor.  
Sınır da milliyet ayrımı da yapmayan depremin kurbanı olmuş Suriyeliler böylece mağdur değil de birer tehdit haline getiriliyor. Felaketi en alttakileri hedef almanın bir aracı haline getirmeye dönük bu eğilimin karşısında muhakkak durulmalıdır. Bu ırkçı nefret kampanyası depremin travmatize ettiği insanları birbirine kırdırmayı hedefliyor. Bir büyük felaketi bir başka felaketin mazereti kılmaya çalışıyor, felaketin içinden bir başka felaket çıkartmaya girişiyor.  
Deprem mağduru mültecilere karşı bu ırkçı nefret kampanyasına omuz verenler arasında kimi “muhaliflerin” olması hiçbirimizi yanıltmasın. Deprem bölgesinde bir “güvenlik sorunu” olduğu ve bunun da esas olarak mültecilerle alakalı olduğuna dair söylemler dönüp dolaşıp iktidarın elini güçlendiriyor. Siyasal iktidar, afet yönetimini “güvenlikleştirmek”, böylece depremin hemen ardından oluşan büyük toplumsal dayanışma ve karşılıklı yardımlaşma dalgasını zapturapt altına almak istiyor. OHAL’in ilanını “fitne fesat grupları”na ve “yağmacılar”a engel olma bahaneleri ile gerekçelendiren Erdoğan bunu açıkça itiraf ediyor zaten.
Dahası var: Irkçı nefret kampanyası iktidarın afet yönetimine dönük eleştirilerin hedefinin sapması riskini yaratıyor. Suriyelilerden bir “günah keçisi” yaratmak, sorumluluğunu perdelemek isteyen, bu enkazın oluşumundaki rolünü tartışma dışında bırakmak isteyen iktidarın tam da arzu ettiği puslu havayı yaratıyor. Göçmen karşıtlığı, tüm ırkçılık biçimleri gibi, aşağıda olanların ahını, onlardan daha aşağıda olanlara yöneltmenin adı. Bu tip bir tutumun iktidarın sorumlusu olduğu yıkımın faturasını muktedirlere değil deezilenlerin bir bölümüne çıkartmaktan başka bir anlamı ya da sonucu yok.  
Tehdidin sadece mültecilere yöneldiği yanılsamasına da sakın kapılmayalım. Faşist saldırganlık, mülteciler gibidaha kırılgan, daha yaralanabilir, daha zayıf görünen nüfus gruplarını hedef yaparak bir tür talim yapıyor aslında. Eğer orada bir sınırla karşı karşıya kalmazsa, faşist şiddet orada durdurulamazsa daha da cesaretlenip başka toplulukları, başka grupları da hedef almakta bir beis görmeyecek.
Bu nedenle ırkçılığın, göçmen düşmanlığının deprem vesile kılınarak normalleştirilmesine izin vermeyelim. Faşizmin felaketin bağrında semirtilmesine mani olalım. Deprem mağdurlarının birbirine kırdırılmasına, deprem sonrasında oluşan haklı öfke ve tepkinin faşist barbarlıkça yozlaştırılmasına geçit vermeyelim.
Uyarı niteliğinde bir not: Dün yangınlar sırasında, bugün de depremin akabinde tedavüle sokulan ve çok alıcı bulan nefret söylemi de bunun sonucunda meydana gelen ırkçı seferberlik de sadece Türkiye’nin çürümüş siyasal iklimine has bir garabetler değil. Afetlerin, ekolojik yıkım ve felaketlerin, belli bir ulusu yerinden etmeye, onun demografik yapısını bozmaya, onu siyasal ya da ekonomik olarak zayıflatmaya dönük bir ırksal-ulusal komplo ya da saldırı olduğu düşüncesi, faşizmin ekolojik kriz çağına uygun bir yeni sureti olan “ekofaşizmin” tanımlayıcı özelliklerinden. İklim krizinin tetikleyeceği ardışık felaketler çağında ekofaşist bir çizginin kökleşerek giderek yaygınlaşması pekâlâ ihtimal dahilinde. Faşizm yakın gelecekte sayı, yoğunluk ve etkisi daha da artacak ekolojik felaketlerin sorumluluk ve faturasını göçmenlere, ulusal azınlıklara, toplumun daha kırılgan kesimlerine kesme eğiliminde olacak.
*fotibenlisoy.tumblr.com
0 notes
teneres · 2 years ago
Text
Tumblr media
Hindistan'da ki putperestler, küfür milletinin bayrağının öncüleri olmak için son zamanlarda azgınlıklarını iyice arttırdılar. En son icraatleri ise Rasulullah (ﷺ) sövmek, hakaret etmek.
Bundan evvel de Fransa'da benzeri yaşanmıştı. Nasıl neticelendiği ortada.
Kafire niye kafirlik yapıyorsun dediğimiz yok elbette. Akreb'e neden bal yapmıyorsun diye soracak kadar ahmak değiliz. Ancak Müslüman olduğunu, Rasulullah (ﷺ)'i sevdiğini iddia eden bazılarını görüyoruz ki İslam'ın bu konudaki hükmünden cahiller yahut cahilmiş gibi görünmek işlerine geliyor. Kendilerine, ailelerinden herhangi birine sövsek, ağza alınmayacak şekilde karikatürünü çizip uluslararası mecralarda yayınlasak ne yapacağı belli olanların, iş Allah'a ve Rasul'une gelince nasıl da kıvırdıklarını, nasıl yan çizip zelilce İslam'ın hükmünü tahrif etmeye çalıştıklarını görüyoruz. Bunlara da lafımız yok.
Lafımız hakikaten İslam'ın bu konudaki hükmünü bilmeyen, sarıklı ve sarıksız rüveybidalar tarafından aldatılmış, hakikat kendilerinden gizlenilmiş, tahrif edilerek öğretilmiş kimselere.
İşte bu kitap Ehli Sünnet vel Cemaat'in bu konudaki icmaını, vardıkları görüşün ayet ve hadislerden dayanaklarını içermektedir.
Kitab 4 ana başlığa ayrılmıştır;
1- Rasul'e söven kişi Müslüman veya kafir olsun farketmez öldürülür.
2- Rasul'e söven kişi zımmi/eman ehli olsa dahi öldürülür.
3- Rasul'e söven kişi tevbe ettiği zaman hükmü ne olur?
4- Hangi ifadeler sövme sayılır? Hangi ifadeler sövme sayılmaz? Hangi ifadeler kafir eder, hangi ifadeler etmez. Bu ikisinin arasındaki fark nedir?
Okuyun, okutturun.
Umulur ki her kesimden kimseler okur da, İbn Teymiyye'ye, Rasulullah (ﷺ)'ın kadrini düşürüyor, Peygamber düşmanı vs gibi etiketler vuran sefih Ahbaş taifesinin de nasıl yalancı ve iftiracı olduğu anlaşılır.
İbn Teymiyye'nin, kitabın mukaddimesinden bir kesit;
Allah'tan başka ilah olmadığına ve onun hiçbir ortağının bulunmadığına sahibinin yüzünü bu dine karşı hanif kılacak ve sahibini sapıklıklardan koruyacak bir şahitlikle şahitlik ederim.
Muhammed (ﷺ)'in Allah (Subhanehu ve Teala)'nın kulu ve rasul'ü olduğuna, rasullerin en faziletlisi ve kulların en şereflisi olduğuna şahitlik ederim.
Allah (Subhanehu ve Teala) dinini bütün dinlere galip kılmak için onu hidayet yoluyla ve hak din ile göndermiştir. Şirk ehli ve hakikatlere karşı inat eden inatçılar istemese de hakikat budur.
Allah (Subhanehu ve Teala) onun adını yüceltmiş, onun adını ezanda, teşehhütte, hutbede, cumalarda ve bayramlarda kendi adıyla beraber zikretmiştir. Ona karşı duranları rezil etmiş, ona eziyet verenleri helak etmiş, onunla alay eden haset ehline karşı onu müdafaa etmiş ve onların soylarının kesik olduğunu belirtmiştir. Ona eziyet edenlere dünya ve ahirette lanet etmiş, onların alçaklıklarını alınlarına yazmıştır. Onu, peygamber olarak gönderilmiş olan diğer kardeşlerinden birtakım özelliklerle ayırmıştır.
Vesile, fazilet, Makam-ı Mahmud ve hamd eden herkesin altına sığınacağı Livaul Hamd'i ona has kılmıştır. Allah (Subhanehu ve Teala) ona ve ehline en yüce, en üstün ve en mübarek salatlarla salat eylesin. Allah (Subhanehu ve Teala) ona salât etmeyi sever. Beşeriyetin efendisine salavat yakışır. Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi en üstün ve en güzel şekliyle Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in ve onun evlatlarının üzerine olsun. Kıyamet gününe kadar en yüce ve en güzel salât ve selamlar onun üzerine olsun. Ona olan salât ve selam kıyamet gününden sonra da ebediyen devam edecektir. Bu, Allah (Subhanehu ve Teala)'nın ona bahşetmiş olduğu bir rızıktır.
Hiç şüphesiz ki Allah (Subhanehu ve Teala) rasulü Muhammed (ﷺ) ile bize hidayet etmiştir. Bizi, onun vesilesiyle karanlıklardan aydınlığa çıkarmıştır. Onun peygamberliğinin ve risaletinin bereketiyle bize dünya ve ahiret hayırlarını ihsan etmiştir. O, Rabbinin katında akılların anlamaktan, dillerin tarif edip vasfetmekten aciz kalacağı yüce bir makamdadır.
Onun bizim üzerimizdeki en ufak hakkı ve hatta Allah'ın onunla alakalı olarak bize farz kılmış olduğu en küçük farz; onu desteklemek, her şekilde ona yardım etmek, her yerde onu cana ve mala tercih etmek, ona eziyet veren herkese karşı onu koruyup himaye etmektir. Allah (Subhanehu ve Teala) her ne kadar Rasulunu mahlukatın yardımından ihtiyaçsız kılmış olsa da bize bütün bunları farz kılmıştır. Bunun sebebi Allah'ın bazı kimseleri diğer bazıları ile imtihana tâbi tutması ve böylece Allah'a ve Rasulüne gıyabında yardım edenleri ortaya çıkarmasıdır. Ki böylece Allah (Subhanehu ve Teala) yapılan ameller neyse karşılığını ona göre versin.
Bütün bunlardan dolayı ve özellikle de başıma gelen bir olaydan dolayı Rasule (aleyhisselam) söven kişinin (Bu kişi ister Müslüman olsun isterse de kâfir olsun fark etmez) cezasının İslam şeriatında ne olduğunu açıklamak, bununla alakalı meseleleri hükümleriyle ve delilleriyle arz etmek, bu hususta bana ulaşan görüşleri nakletmek, izah etmek ve açıklamak istedim. Nitekim bu hakikati açıklamak üzerimize farzdır.
6 notes · View notes
matmazelnoraliya · 5 years ago
Audio
“Romeo:  Senin dudakIarınIa, dudakIarım  günahtan arındı.
Juliet:  ÖyIeyse şimdi günah dudakIarımda  kaIdı.”
Ah Romeo, Romeo! Neden Romeo'sun sen? 
Olaylar İtalya’nın Verona kentinde geçmektedir. Kentin ileri gelenlerinden olan Montague ve Capulet aileleri arasında sebebi açıklanmayan ancak yıllardır sürdüğü anlaşılan bir düşmanlık vardır. İki aile üyeleri karşılaştıkları her yerde kavga etmektedir. Bu kavgaların şehrinin düzenini bozmasından rahatsız olan Verona Prensi Escalus, kavgalardan birine müdahale eder ve eğer kavgalar devam ederse buna sebep olanların idam edileceğini söyler.
Romeo hikâyenin başında Rosaline adlı bir kadına âşıktır. Kuzeni Benvolio, aşkına karşılık bulamadığı için çok üzgün olan Romeo’ya yardımcı olabilmek için Rosaline’in davet edildiği bir baloya gitmeye karar verir. Balo Capulet evindedir ancak maskeli bir balo olduğundan ve kendileri de kılık değiştirdiğinden içeriye sorun çıkmadan girerler.
Juliet ise Paris adlı bir aile dostları ile evlendirilmek üzeredir. Juliet’in babası kızıyla evlenmek isteyen Paris’e son kararın kızına ait olacağını söyleyerek Paris’in baloda kızıyla biraz vakit geçirmesini istemiştir. Juliet’in annesi, babasının bu kararını Juliet’e açıklar ve baloda Paris’i yakından tanımaya çalışmasını söyler.
Baloda dans edilirken Romeo maskesini takmış biçimde Rosaline’i aramaktadır. Ancak Rosaline yerine Paris ile dans eden Juliet’i görür ve anında âşık olur. Juliet’in kendisini görmesi için maskesini çıkarınca Juliet de Romeo’ya ilk görüşte âşık olur.
Romeo maskesini çıkardığından Tybalt ve Capulet ailesinin diğer üyeleri tarafından fark edilir. Ancak ev sahibi olan Juliet’in babası bir sorun çıkmasını istemediğini belirtir ve ikisi tartışmaya başlar. Bu tartışma üzerine Paris, Capulet ve Tybalt’ın yanına gitmek için Juliet’in yanından ayrılınca Romeo Juliet’i dışarıya davet eder. Aşkını açıklar ve Juliet’i öper. Bu sırada Juliet’in dadısı gelir ve Juliet’i Romeo’dan uzaklaştırır. Romeo Dadı’ya kızın kim olduğunu sorunca bir Capulet olduğunu öğrenir. Yine Dadı Juliet’e Romeo’nun düşmanları olan Montague ailesinden biri olduğunu söyler.
Bu durum hem Romeo’yu hem Juliet’i üzse de birbirlerini unutamazlar ve Romeo bir kez daha görebilme ümidiyle Juliet’in evinin yakınlarına gelir. O anda da Romeo’yu aklından çıkaramayan Juliet odasının balkonuna çıkınca karşılaşırlar ve Romeo aşkını itiraf ederek Juliet ile evlenmek istediğini söyler. Juliet de bu teklifi kabul eder ancak ailelerin arasındaki düşmanlıktan ötürü bunu gizlice yapmaya karar verirler.
Romeo, kendilerini evlendirmesi için Rahip Lawrence’den yardım ister. Rahip ilk başta ailelerinden habersiz böylesi bir evliliği yapmak istemez ancak bu evliliğin aileler arasındaki düşmanlığı bitireceğini düşündüğünden kabul eder. Dadı’nın da yardımıyla Romeo ve Juliet evlenirler.
Bu esnada Tybalt, akşam baloya davetsiz gelmesinin kendilerini aşağılamak için yapıldığını düşündüğünden düelloya davet etmek için Romeo’yu aramaktadır. Bu esnada Mercutio ve Benvolio ile karşılaşır. İkisiyle konuşurken Romeo ortaya çıkar. Romeo artık Tybalt ile akraba olduğundan tartışma ya da düello yapmak istemez ancak Tybalt aşağılayıcı konuşmalar yapınca Mercutio sinirlenerek dövüşe başlar. Romeo kimsenin ölmesini istememektedir bu yüzden araya girer ve Mercutio’yu tutarken kendisini savunamayan arkadaşı Tybalt tarafından öldürülür. Bunun üzerine Romeo kendini kaybeder Juliet’i ve evliliği unutarak Tybalt ile kılıç dövüşüne başlar ve Tybalt’ı öldürür. Kendine geldiğinde yaptığından pişman olur ancak Verona Prensi kendisini sürgünle cezalandırır. Mantua kentine sürgüne gönderilir. 
Yeğeni Tybalt’ın kendi sözünü dinlemediği için öldüğünü gören Yaşlı Capulet artık tercihleri gençlere bırakmamaya karar verir ve Juliet’in Paris ile evleneceğini söyler. Juliet istemediğini söylese de babası evlatlıktan reddedeceği tehdidinde bulunur. Juliet yardım etmesi için Rahip Lawrence’e gider. Rahibin yardım etmek istemediğini görünce kendini bıçaklayarak öldürmek ister. Rahip Lawrence başka çaresi kalmadığını görünce Juliet’e bitkilerden bir ilaç yapar. Bunu içtiğinde nabzı duracak ve herkes öldüğünü düşünecektir. Aile kabrine konulduktan sonra Romeo ile birlikte geleceklerini ve kendisini alarak kaçacaklarını söyler. Juliet akşam odasında ilacı içer ve sabah olunca herkes tarafından öldüğü düşünülür.
Juliet’in bu ilacı içeceğinden Romeo’nun haberi yoktur. Rahip Lawrence, sürgünde olan Romeo’ya planlarıyla ilgili bir mektup yazar. Ancak bu mektup Romeo’ya ulaşmadan önce bir yardımcısı Romeo’nun yanına gelerek Juliet’in öldüğünü söyleyince Romeo evi terk eder ve mektup da böylece kendisine ulaşamaz.
O gece Rahip Lawrence mezarlıkta Romeo’yu beklemektedir. Çünkü mektubu almadığını bilmemektedir. Bu esnada mektubu vermesi ile görevlendirdiği Rahip John yanına gelerek Romeo’yu bulamadığını söyler. Bunun üzerine Rahip Lawrence, hızla Juliet’in kabrine yönlenir ancak geç kalır. Aynı anda Paris de Juliet’in mezarını ziyarete gelmiştir. Mezarlıktayken elinde bir levye ile gelen Romeo’yu görür. Kabrin kapısını açmaya çalışan Romeo’ya müdahale edince Romeo kafasına levye ile vurarak Paris’i öldürür.
Romeo kabrin içine girince Juliet’i görür. Sadece uyuduğundan haberi olmadığından yanında getirdiği zehri içerek ölür. Hemen ardından Juliet uyanır ve Romeo’nun öldüğünü görünce kalbine bıçak saplayarak intihar eder.
Capulet ve Montague ailesi birlikte mezara geldiklerinde çocuklarının cansız bedenleri ile karşılaşırlar. Rahip Lawrence tüm olanları anlattığında ise aileler arasındaki düşmanlık son bulur, ama genç âşıklar ölmüştür. 
William Shakespeare, Romeo ve Juliet 
66 notes · View notes
hbkultursanat · 5 years ago
Photo
Tumblr media
DERSİM'İN ERMENİLERİ YADA ERMENİLERİN DERSİMİ Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış / anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza…
Kazım Gündoğan
Dersim’in Kayıp Kızları film ve kitap çalışmalarımızdan sonra Dersim’in tarihsel ve toplumsal sorunlarından kopamadık. İstesek de kopamaz duruma geldik. Zira hem Dersimliler, hem de Dersim hakikatini öğrenmek isteyen çok değişik kesimler tarafından bir sorumluluk yüklendi omuzlarımıza. Bu kadar acıyı yaşamış bir toplumun hakikatini öğrenince insan bu görev ve sorumluluktan kaçamaz hale geliyor… Yıllarca susan, çocuklarına, eşlerine bile sessiz çığlığını duyurmamış /anlatamamış “kayıp kızlar” dertlerini bize anlatırken ağır bir sorumluluk yüklemişlerdi omuzlarımıza… Onlara söz vermiştik; bize verdikleri sorumluluğu onurla taşıyacak, anlatacak ve seslerini dünyaya duyuracaktık… Onurla taşıdık elbet bu sorumluluğu… Anlattık ve anlatmaya devam ediyoruz. Sadece öykülerini anlatmadık; acılarını olguya dönüştürerek düşün dünyasında da kavramsallaştırdık. “Dersim’in Kayıp Kızları�� hem belgesel, hem de kitap olarak bu alanda ilk ve temel kaynak olarak hak ettiği yeri aldı… Bu çalışmalara başladığımızda, Dersim’in Cumhuriyet Devleti’nin “karakutusu” olduğunu söylemiştik. “Dersim’in Kayıp Kızları“nın konuşmaya başlamasıyla açılan bu karakutuda nelerin olduğu, değişik alanlardaki araştırmalar ve eserlerle daha da görünür, anlaşılır hale geldi… Cumhuriyet Devleti’nin tüm halkları Türkleştirme ve İslamlaştırma politikası, Dersim’de yaklaşık 20 yıl boyunca (1926-1947) merkezi bir politikayla son derece planlı biçimde uygulanmıştı. Sanıldığı gibi 1937’de başlayıp 1938’de biten bir süreç değildi Dersim meselesi. Belirtmek gerekir ki, Dersim sadece bir Cumhuriyet dönemi sorunu değildi. Zira esas olarak Hilafetçi Osmanlı’dan “devralınan bir sorun”du… Dersim gibi kadim bir halklar yurduna dair çalışırken; oradaki bütün etnik ve inanç kimliklerine dair bir sözünüz olmalıdır. Dolayısıyla araştırmanın bir aşamasında “Dersim tarihsel olarak Kırmanç/Zazaların, Kürtlerin, Ermenilerin inanç bakımından da esas olarak Kızılbaş/Alevilerin ve Hristiyanların ortak yurdudur“diyerek sözümüzü söylemiş olduk… Dolayısıyla Dersim’i çalışırken orada yaşamış kadim halklardan biri olan ve iki tertele (1915, 1937/38) yaşamış Ermenilere dair bir çalışma yapmak, hem tablonun bütününü görmek, hem de ahlaki sorumluluk açısından gereklilikten öte zorunluluktu bizim için… İşte bu düşünce ve duyguyla Dersimli Ermenilere dair topladığımız bilgileri 2010 yılında somut bir projeye dönüştürdük. Bu çalışma iki esere dönüştü. Biri Nezahat Gündoğan’ın yönetmenliğini yaptığı Vank’ın Çocukları belgesel filmi; diğeri ise yazarı olduğum “Keşiş’in Torunları, Dersimli Ermeniler 1” kitabı. Bu kitapta; kısmen 1895-96 kırımı ve 1915 Soykırımı’nda Dersim’de yaşananları, katliamın yanı sıra; mülkiyetini, dinini, dilini kaybeden ve yaşadıkları topraklardan sürgün edilen Ermeni halkının giderek toplumsal ve kültürel bütünlüğünü yitirişini anlatmaya çalıştım. Kitabın esası ise; 1937-38 Dersim Tertelesi’nde (Tertele; Zaza/Kırmanç dilinde soykırım anlamında kullanılıyor.) sağ kalan Vank ve Zımekli Hristiyan Ermenilerin izini sürerken topladığım öykülerden oluşmaktadır. Kitap; tanıkların dilinden ve belgelerle 1915 Soykırımı’ndan sonra Dersim’de kurumsal varlığını sürdürebilen tek ibadet yeri olan Halvori Surp Garabet Manastırı’nın (Vank’ın) 1937 yılında Sabiha Gökçen tarafından bombalanarak yıkılmasını, “Keşiş ailesi”nin ve Hristiyan topluluğunun Alevi/Kızılbaşlarla birlikte öldürülmesini ve geride kalan az sayıdaki aile fertlerinin Türkiye’nin değişik yerlerinde “zorunlu iskân”a ve asimilasyona tabi tutulmalarını anlatıyor. Köklerinden koparılan bu topluluğun geride kalan üyelerini Isparta, İzmir, Dersim, Bolu, İstanbul, Almanya ve Fransa’da bulup görüşmeler yaparak, tertele öncesi yaşamlarını, tertele sürecini, sürgün ve zorunlu iskân dönemini, Türkleştirme, İslamlaştırma, Alevileş(tir)me süreçlerine dair travmalarını,hatırladıklarını/yaşadıklarını/tanıklıklarını, yaşama tutunma biçimlerini ve birbirlerini bulmalarını kaydederek birer belgeye dönüştürdük. Tertele yaşamış her insan bir belgedir. “Keşiş’in Torunları” bütün bu travmatik öyküleri kuşaktan kuşağa taşıyacak onlarca belgeden oluşmaktadır… Kitaba konu olan öykülerde; 1926 yılından itibaren yürürlüğe konulan devletin “Şark Islahat Planı”nın Dersim’de 1947, hatta 1950 yılına kadar merkezi bir planla uygulandığı çok net olarak görülürken, öte yandan bu politikaların nasıl uygulandığının da fotoğrafı çekiliyor. Keşiş’in Torunları- Dersimli Ermeniler-1 / Kâzım Gündoğan/ Ayrıntı Yayınları/ 336 sayfa. Birinci Basım, Ocak 2016 İkinci Basım, Şubat 2016 Üçüncü Basım, Şubat 2016 Dördüncü Basım, Ocak 2020 Kitaptan bölümler “Dersim’in kayıp Ermeni kızı Aslıhan Kiremitçiyan” 2011 yılında Isparta’nın Şarkikaraağaç İlçesi’nde Keşiş ailesinden bulduğumuz ilk kişiydi… Uzun araştırmalar ve aramalar sonrası Keşiş ailesinin diğer pek çok üyesine de ulaşıp, öykülerini kayıt altına alabildik. Aslıhan Kiremitçiyan (Fatma Yavuz) Kitapta yer alan öykülerden kısa kısa… Agop Kiremitçiyan ve çocukları: Agop bir oğlu ve kızı Zıverta (7–8 ) ile birlikte Bolu’ya, diğer kızı Aslıhan ise babasından koparılarak Konya’ya sürgüne gönderilir. Agop ile oğlu bir süre sonra Bolu- Mengen’de yaşamlarını yitirirler. Zıverta: Zıverta’ya sürgünde “Elif” adı verilir. Bir süre sonra kendisi gibi sürgün bir ailenin oğlu olan Mazgirtli bir Aleviyle evlendirilir. 1947’de Dersim sürgünlerine geriye dönebileceklerine dair af çıkınca eşiyle birlikte Dersim’e döner. Uzun yıllar Dersim’de yaşadıktan sonra yaşamını yitiren Zıverta’yı oğlu Ali Kaya şöyle anlattı: “Annem Ermeni olmasına rağmen tamamen Alevi olmuştu. En koyu Alevi’den daha Aleviydi. Teyzem (Aslıhan) ise Sünni olmuştu. Teyzem namazını kılan, orucunu tutan Sünni Müslüman; annem Xızır, On İki İmam Orucu’nu tutan, ziyaretlere giden bir Alevi… Bilmem ki ne demeli bu duruma?“ Aslıhan: Agop’un diğer kızı Aslıhan, adı Konya’da Fatma olarak değiştirildiğinde 5-6 yaşında; kelime-i şahadet getirtilip, Müslümanlaştırılarak evlendirildiğinde ise henüz 13 yaşında bir çocuktu… Aslıhan Kiremitçiyan: “Köyde büyük bir ceviz, etrafında yine ceviz ağaçları vardı. Bir tabur adam getirdiler. Arkasında bütün silahlı insanlar. Hepsini götürdüler orada sıraladılar. Takır takır vurdular ittiler, vurdular ittiler, vurdular ittiler. (…) bir adam dağdan geldi. Ekinle üstümü örttü ‘sus’ diye. Böyle kurtuldum. Sonra köye nasıl gitmişim aklım ermiyor. Halam alıp götürüyor mağaralara kaçıyoruz. Ondan sonra mağaralardan almışlar bizi Türkiye’ye dağıtmışlar. Bunları hatırlıyorum.” “Beyşehir’de beni önce bir albaya verdiler. Onun tayini çıkınca nüfus müdürünün yanına verildim. Beni besleme olarak yanlarına alan “ailem” beni çok döverdi. Odunla yediğim dayak yüzünden parmaklarım kırıktır. Hiçbir doktora götürülmedim. Nüfus müdürünün evinde gördüğüm işkenceler yüzünden evden kaçtım. Daha sonra başka bir aile beni yanına aldı. Orada da çok işkenceye maruz kaldım. Sonra 35 yaşında olan birisi ile beni evlendirdiler. Evlendirmeden önce kelime-i şahadet getirtip beni Müslüman yaptılar. Aç susuz, işkence dolu bir yaşantım oldu. Her şeyden önce çocuktum… Evsiz, sahipsiz, kimsesiz ve işsizdim. Sokaklarda kaldım. Çocuklarımı bu şartlarla büyüttüm. Ermeniliğimi tam olmasa da biliyordum ama gizledim. (..) Babam devletine bağlı bir Ermeni vatandaşmış.” Iğsa: Çocukların en büyüğü Mişan 12 yaşlarındadır. Vücudunda onlarca süngü yarasıyla ölülerin altından kurtulur. Toplanıp Konya’nın Beyşehir ilçesine sürgün edilirler. Ermeni kimlikleri bilindiği için ilkin isimleri değiştirilir, Türkleştirilir. Iğsa’ya “Fatma”, Mişan’a “Alişan”, Abkar’aA.,M.’a M. adları verilir. Sonra bu çocuklar zorla sünnet edilerek, Müslümanlaştırılır! Alişan Istanbul’da, Abkar Bolu’da, M. ise Paris’te yaşamaktadır. Onların öyküleri kendilerinden ve çocuklarının anlatımlarından aktarılıyor. Garebet Kiremitçiyan: Garo Leng (Topal Garo) ailesiyle birlikte öldürülür. İki kızı, bir yeğeni kurtulur. Kühet, Sultan ve Varte Agop’la birlikte Bolu’ya sürgüne gönderilir. Kühet “Emine” olur. Sultan’ın ismi problem olmaz. Varte hakkında ise çok az şey biliniyor… Kühet: Kızı Cevahir ve oğlu Ahmet ile torunu Ahmet’in anlatımlarından Kühet’in hayat hikâyesi… Cevahir Ak: “Benim annem Ermenidir. Vank Keşişi’nin torunudur. Anneme Emine diyorlardı. Ama sonra öğrendik gerçek adı Ermenice Kühet’miş. Köyde çocuklar bize, “Çena Hermeni” (Ermeni kızı) derlerdi. Üzülür ağlardım.Hakaret olarak söylüyorlardı. Bilmiyorduk annemizin Ermeniliğinden söylendiğini. Sonra öğrendik. Annem hiç gülmez, hep ağlardı… Şimdi annemle gurur duyuyorum…” Sultan: Sultan’ın Ermenice bir adı var mıydı bilemiyoruz. O, “Ben hep Sultan’dım” diyor. ‘Alevi Piri’yle (Dede) evleniyor. 1947 yılında Dersim’e döndüğünde Alevileşiyor. 1994 yılında tekrar yaşadıkları sürgün nedeniyle Elazığ’da iki kızıyla birlikte yaşıyor, 85 yaşında… Sultan Demir “Biz köyde, arpa biçmiş, harman yapıyorduk. Asker bütün erkekleri toplamış çayın (Munzurçayı) kıyısına götürdü. Kardeşim de içlerinde… Hepsini katlettiler. Cesetlerin hepsini suya attılar (..). Baktık kadınların hepsini orada katletmişler. O kadar çok kadın cesedi vardı ki… O cesetlerin arasında çocuklar vardı. Artık erkek mi kız çocuğu mu bilmiyorum, cesetlerin arasında ağlıyorlar. Aa,a derken bizi de taradılar… Ben öyle aşağı doğru kaçtım gittim. Benim yanımda bir kız kurtuldu…” 1938’de ben on yaşındaydım. Vanke Karabas derlerdi bizim köye. Kilisesi vardı. Güzel evlerimiz vardı. O kilisenin çok değerli malları vardı… Dayımlar, kilisenin sahipleriydi. Evleri kilisedeydi. Bizim evler de biraz öte tarafta iki katlıydı. Kırmançlar kiliseye gelmiyorlardı. Neden gelsinler? Onlar Aleviydi, biz Ermeni. Biz kurbanlarımızı kesip götürüp Kırmançlara veriyorduk. Onlarda bize getiriyordu. Kırmançlar ile Ermeniler birbirleriyle katiyen evlenmezlerdi.(…) Bizim ne adetlerimiz, törelerimiz, ne inancımız; arkada hiç bir şey kalmamış. Devlet bizimkileri alt üst etmiş. Kâfir, Mervan, Yezit! Sen söyle, Biz ne yaptık ki? Gençlerimizi, çoluk çocuğumuzu katledip suya attılar!.. On iki dayım vardı… Kilisenin sahibini, babamı, kardeşimi, halamı, onun eşini ve oğullarını, diğer komşularımızın tamamını, hiç sorma… “ Varte: Varte, katliamdan kurtulup sürgüne gönderilmeyen tek kişidir. Eşini ve çocuklarını katliamda kaybeder, mağaralarda, ormanda saklanır. Sürgüne gönderilmeyen Tilek Köyü’ndeki Alevi/Kızılbaş dostlarına sığınır. Dersim’de olmasına rağmen 1947’de af çıktıktan sonra ancak Vank’a geri dönebilir. Varte, manastırın yıkık duvarlarını korumaya adar yaşamını. Köylüler ona ve yıkık manastıra saygı gösterir, yardım ederler. Zaten Kızılbaşlar da manastırı kutsal bir mekân (Ocağa İmamsen -Hazreti Hüseyin’in Ocağı) olarak görmektedirler. Varte 1976 yılında ölür. 1938’den sonra Vank’ın Ermeni mezarlığına gömülebilen tek kişi Varte olur… Toros Vartabetyan: Toros, katliam zamanında 15–16 yaşlarındadır. Denizli’ye sürgüne gönderilir. Keşiş’in sağ kalan tek erkek çocuğudur. Toros’un Denizli ve Konya’daki adı Mehmet Balcı’dır. İstanbul’da ise, Toros Vartabetyan olur. Toros Vartabetyan’ın kızı Meryem, babasından kendisine kalan “acı anıları” şöyle anlattı; “Babam ‘Dersim vakası’ derdi. ‘Dersim olaylarında kardeşlerimi gözümün önünde öldürdüler. Ben ormanlık bir alandaydım, ormanlık alanda saklanarak kendimi korudum, iki asker gördü, üstüme ateş açtı, ben kaçtım. Sağımdan solumdan kurşunlar sekiyordu ama kurtaran Allah kurtardı… Kurtuldum…’diyordu. Anne, babasını çok anlatmazdı ama kardeşlerini unutamıyordu. Kardeşlerinin dördünü kurşuna dizerek öldürmüşler. Çoğu zaman anlatır, ağlardı. Hatta vefat edeceği zaman bile başını taşla ezdikleri kardeşinin ismini sayıklayarak… (ağlıyor). Nefesini verirken ayağa kalktı, ‘Baba ne oldu?’ dedim. Dedi ki, ‘Harut’u gördüm, karşıda duruyor.’ Çünkü ondan çok etkilenmişti… Konya’dan İstanbul’a gelene kadar babamın Ermeni olduğunu bilmiyorduk. İstanbul’a geldikten sonra babam söyledi. İstanbul’da adı Toros olduktan sonra yaşamında çok şey değişti. Mezar taşına Toros yazdırdı… Babam Konya’da oruç tutardı ama İstanbul’a geldikten sonra kendi şeyini (orucunu) tutmaya başladı. Orada, 12 İmamlarda da, Ramazanda da oruç tutuyordu, ama ‘Allah kalbimi biliyor, tuttuğum oruç, ettiğim dua istediğim yönde gidiyor’ derdi. “Camide namazını kıldıktan sonra evde ayrıca dua ederdi, ondan sonra da haç’ını çıkarırdı. Öyle dua ettiğini bilirim. Nenemi de (Iğsa nene ) bilirim. Oda öyle dua ederdi. Elinde tespih, tespihin ucuna da haç takmıştı, öyle dua ederdi.” Meryem: Meryem’in hikâyesi de ikinci kuşak Dersim Ermenileri’nin ortak hikâyesidir; “17 yaşımdayken İstanbul’a geldik ve Ermeni olduğumu öğrendim. Tabii ister istemez kiliseye gidiyorsun, kiliseyi yadırgıyorsun.( … ) Kiliseye ilk gittiğimde, El hamdülillahı okuyorum, Sübhaneke’yi okuyorum, Fatiha’yı okuyorum… Mesela Haymer’i sorsalar bilmiyordum. Ermenilerin içine giriyorsun, kendini onlara yakın hissedemiyorsun. Gene en yakın Alevilerle oluyordu. Onlarla çok şeyi paylaşıyorduk. Kardeşlerim de öyle, ben de öyle… İki kültürün hatta 2–3 kültürün, inancın arasında geçti bizim çocukluğumuz…” Kework Gregoryan: “Hozat’ın Zımek köyünde doğmuşum. Soykırım zamanında 5-6 yaşlarındaydım. Annem, kız kardeşim, ağabeyimle birlikte yüzlerce kişi topluca öldürüldü. Ölülerin altında sağ kalmışım… Sonra sürgün. Adımızı, dinimizi değiştirdiler orada. Mehmet oldu adım. Yıllar sonra af çıkıp Zımek’e geri geldiğimizde her şeyimize el konulmuştu…Komşularımız Kilise taşlarını söküp ev yapmışlardı. Sahibi olduğumuz toprakların marabası olduk… Dersim’i terk ettik!” İki Tertele (1915, 1937/38) yaşamış, Türkiye ve dünyanın değişik yerlerinde yaşamak zorunda kalan Keşiş ailesinin mensupları yaşadıkları asimilasyon ve travmalara rağmen bugün birbirinden bağımsız olarak “biz Dersimliyiz ve Keşiş’in torunlarıyız” demeleri, Dersimli Ermeni kimlikleri hakkında ortak bir belleğe (güçlü olmasa da) sahip oldukları söylenebilir… https://t24.com.tr/haber/dersim-in-ermenileri-ya-da-ermenilerin-dersim-i,875079
7 notes · View notes
elimiel · 5 years ago
Text
Beyaz adamın Amerika’da yayılmaya başladığı ilk yıllarda, bir kızılderili, avladığı hayvanların kürklerini getirdiği pazar yerinde öldürülür. Kızılderililer, kürkleri çalınan yerlinin öldürülmesine bir anlam veremezler. Beyaz adam bunu neden yapmıştı ki? O zaten kürkleri beyaz adama vermek için gelmişti pazar yerine... Pazar yeri kızılderililer tarafından lanetlenir ve oraya “büyük sarhoşun yeri” adı verilir.
Kızılderili dilinde o yerin adı, 11 Eylül günü yıkılan dünya ticaret merkezinin bulunduğu “Manhattan” ‘dır.
3 notes · View notes
videoandvideo-blog · 8 years ago
Text
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yeni içerik yayınlandı hemen incele! https://www.videotabi.com/ilgincbilgiler/ayagi-kirilan-at-neden-oldurulur/
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yeni Video Yayında = LEGODAN YAPILAN 10 ŞAŞIRTICI TASARIM https://www.youtube.com/watch?v=DADHB4SeEEk
KENDİNİ NE KADAR TANIYORSUN? TEST ET! https://www.youtube.com/watch?v=rbluz8iXUm8
SENCE BU YAZI NE RENK ? İLGİNÇ TEST https://www.youtube.com/watch?v=CZHxaB69t3o
HAYVANLARIN 5 SÜPER GÜCÜ https://www.youtube.com/watch?v=NTpDoFvVGPc
NADİR BULUNAN 5 KEDİ IRKI https://www.youtube.com/watch?v=ZMfJewkPlSA
SİVİLCE PATLATILIRSA NE OLUR ? https://www.youtube.com/watch?v=21aL5mW0yd4
İNSANLIK ÖLMEMİŞ DEDİRTEN 4 OLAY https://www.youtube.com/watch?v=Wn7snFw0tpQ
BALIKÇI KAMERASINA YAKALANAN 10 İLGİNÇ AN https://www.youtube.com/watch?v=1tcP6TsNM64
YERKEN SİZİ ÖLDÜREBİLECEK 8 YEMEK https://www.youtube.com/watch?v=GhBT-VJZVNg
GÖZLERİNE İNANAMAYACAĞIN 7 İLLÜZYON https://www.youtube.com/watch?v=uqy99alfZq4
RENK KÖRÜMÜSÜN ? TEST ET ! https://www.youtube.com/watch?v=HCTogaA05EA
Yeni BULMACA KANALIM https://www.youtube.com/channel/UCR3rfDiOfD1hk0IEdIwusIw
İnsanoğluna binlerce yıl fayda sağlamış ve herzaman sadık olmuş olan atlar birgün ayakları kırıldığında insanlar tarafından ölüme terkediliyor yada anında öldürülüyorlar . Peki ayağı kırılan bir at neden öldürülür ? Tek çare öldürmekmi? Hepbirlikte izleyelim.
AYAĞI KIRILAN AT NEDEN ÖLDÜRÜLÜR ?
Yaklaşık 6 bin yıl önce evcilleştirilen atlar; o zamandan beri ve hala günümüzde gücü, hızı, dayanıklılığı sebebiyle çalıştırılan, sömürülen türlerden biri. Düşününki bir insan olarak yıllarca başka bir canlıya karın tokluğuna hizmet ediyorsunuz. Birgün ayağınız kırılıyor ve yıllarca karın tokluğuna hizmet ettiğiniz canlı gözünü kırpmadan sizi gelip öldürüyor. İnsan olarak düşündüğümüzde hayır böyle birşey olamaz dediğinizi duyar gibiyim. Peki atların böyle bir hayatı olduğunu biliyomuydunuz ? Ayağı kırılan bir atın ölüme terkedildiğini yada sahibi tarafından direk öldürüldüğünü. Hep filmlerde görmüşüzdür . At sakatlanır ve sahibi gelip bir kurşunla atın hayatına son verir. Film nasıl olsa gerçekte böyle değildir diye düşünürüz. Ama gerçektede böyle. Kurşunla olmasada iğneyle , iğneyle olmasada ölüme terkedilerek. Bir şekilde atın idamını veriyor insanlar. İçinizden belki at acı çekmesin diye öldürüyorlardır diyenler vardır , hatta öyle sanarız hepimiz ancak öyle değil. Peki neden ? Atın iyileşme ihtimali yokmu .
Atların sağlıklı olarak yaşamlarını sürdürebilmeleri bakımından anatomik yapıları gereği zamanlarının çok büyük bir çoğunluğunu ayakta geçirmeleri gerekmektedir. Bir at uzun süre yatmak zorunda kalırsa vücut ağırlıkları sebebiyle iç organlarına zarar bile verebilir.Öyle ki ağırlıklarının akciğerleri üzerinde oluşturabileceği baskıya bağlı olarak soluksuz kalma sonucunda ölmeleri bile söz konusudur.Atlar ayakta durma pozisyonunda iken ayak eklemlerini sabitleştirmeye yarayan anatomik yapılar önemli bir kuvvet harcamalarına gerek kalmadan atları kolayca ayakta tutmaya yaramaktadır.
Neden bunu anlattım biliyormusunuz . Kısacası atlar ayakta olmalılar ve uzun süre yatamazlar. Bir atın bacağı kırıldığında, kırık tedavisi için zorlu ve uzun bir iyileşme süreci gerekiyor. Yani atın ayakta durmak yerine yatması gerekiyor. Ancak bir atın o kadar uzun süre yatması mümkün değil. Bu atların doğasına aykırı. Örneğin köpekler, kırık sonrasında üç ayak üzerinde durabilirlerken atların böyle bir şansı yok. Tedavi süreçleri hem çok daha uzun sürüyor hem de bu süre boyunca sürekli yatmaları gerekiyor. Atın ayağını sabitleme olayıda epey bir zor. Çünkü at ayağa kalkma isteği duyup sürekli ayağa kalkmak için çabalayacaktır. Kırığın bir miktar iyileşmesinden sonra at ayağa kalkabilse bile tam olarak iyileşmeyen ayağın yarım tonluk ağırlığı kaldırması mümkün olmuyor.
Şimdi buraya kadarki bilgiyle atın neden ayağı kırılınca öldürüldüğünü azda olsa anladık . Ancak gelişen teknoloji ve imkanlar dahilinde bu olaydan bahsetmek mümkün değildir. Öyleki atın yatması söz konusu değilse bir askı yardımıyla at askıda tutulabilir ve hareket imkanı sağlanabilir. Eskiden böyle birşey zor olsada şuan mümkün. Tabi sahibi vicdanlı biriyse. Yada canlıya değer veriyorsa. Aslında herşeyi unutup şu konuya değinmek gerekli. Atlar, onları bir yük aracı olarak kullanmamızdan, eğlence için yarıştırmamızdan ya da eziyet çektirmemizden ne kadar memnunlar ? Seslerini çıkarmıyor olmaları hayatlarından memnun olduklarınımı gösteriyor. Bu zevklerimiz yüzünden bir gün ayakları kırıldığında öldürüleceklerini biliyorlar mı ? Bir başka canlının hayatına değinmek üzere yeni bir videoda görüşmek dileğiyle.
Videoyu sevdiyseniz ve böyle bir video daha gelmesi için beğenmeyi unutmayın . Sizleri seviyorum. Kendinize iyi bakın. Yeni bulmaca kanalımada abone olabilirsiniz.
Audionautix sanatçısının Act Three adlı şarkısı, Creative Commons Attribution lisansı (https://creativecommons.org/licenses/by/4.0/) altında lisanslıdır. Sanatçı: http://audionautix.com/
0 notes
atraccion-y-amor · 6 years ago
Text
KADIN CİNAYETLERİ
https://busekuytu.blogspot.com/Ne zaman bitecek? Ne zaman?... Hiç mi vicdanınız yok?Nasıl bir cana kıyıyorsunuz? Nasıl eşinizi, sevgilinizi, nasıl bir KADIN’ ı öldürebiliyorsunuz?
 Her gün en az bir kadının öldürüldüğü, üçüncü sayfa haberi olarak gündemde olan kadın cinayetlerinin bir nedeni olmalı...Günümüzde kadınlar savunmasını yapmadan, kendi yakınlarının verdikleri karar ile suçsuz yere yaşamlarından oluyor.
 Nasıl ki bu toplum her yıl artarak yeni çocuk ve kadın katilleri üretiyor? Türkiye’deki bu derin yara ne zaman kapanacak? Çocukların,kadınların canlarına kıyılmasına ne engel olacak artık? Kadınlar hayatın her alanında var olmaya, kendi hayatları hakkında karar vermeye çalışıyor, ama bunu yaparken en yakınları erkekler tarafından şiddet sebebiyle, darp edilerek, taciz edilerek öldürülüyor.
Bugün ne yazacağıma karar verip, bu konu hakkında kendimden neler katabilirim ve nelere değinebilirim ki sesimizi duyarlar diye düşünürken bu duvar yazısı çıktı karşıma... O kadar çok etkilendim ki, tesadüf oldu evet ama iyi ki de oldu, iyi ki de yazıyorum şuan. Düşüncelerimi paylaşıyorum, ve bundan gurur ve mutluluk duyuyorum!
Tumblr media
  Bir platform açıldı, bir kadın olarak desteklediğim ve yakından takip ettiğim, “ Kadın Cinayetlerini Durduracağız” Platformu.... Platformun bknz: “ http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net” verilerine göre, 2019 yılının ocak ayında 43 kadın öldürüldü, öldürülen 43 kadının 7’si gölde, çayda veya ormanlık alanda toprağa gömülü halde öldürülmüş ve hatta parçalara ayrılmış bir şekilde bulundu....
  Ve bir konu daha var, hepimiz biliyoruz ki; intihar diye kayıtlara geçenlerin pek çoğu aslında kadın cinayeti. kadınlar tabiri caizse, kuş gibi öldürülüyor. Ancak caydırıcı önlem alınmıyor. Erkekler için bu kadar kolay ve haksız yere NEDEN tahrik indirimleri uygulanıyor!? Kadının giydiği giymediği, konuştuğu konuşmadığı, sustuğu susmadığı, evet dediği hayır dediği, kadının eve geç gelmesi, kadının kahkahası, kadının güzel giyinmesi.... Ne diyorsunuz? Sırf ‘kadın’diye biri öldürülür mü? haklı veya haksız vardır bir sebebi mi diyorsunuz?  Siz ne diyorsunuz?
#SİNEMİCİNBAGİRİYORUZ  VE NİCELERİ İÇİN.....
DESTEK : http://kadincinayetlerinidurduracagiz.net
BLOGUM: https://busekuytu.blogspot.com/
1 note · View note
panoptik · 6 years ago
Text
Holodomor Soykırımı?
Holodomor, Ukraynaca (морити голодом) "açlıkla öldürmek" anlamına gelir. Seçilmiş bölgeye, gıda giriş çıkışı kesilerek, kıtlığa neden olunur böylece kitleler öldürülür. Aslında bu yöntem eski savaşlardaki şehir kuşatmalarında da oldukça sık kullanılan yöntemlerden biridir. 
Tumblr media
Holodomor Olaylarında, yani 1932–1933 arasında, o dönem Sovyetler Birliği'nde, şimdiki Ukrayna ve Rusya'nın Kuban bölgesinde suni olarak yaratılan bu kıtlık sebebiyle yaklaşık olarak 8 milyon insanın öldüğü düşünülmektedir. Stalinizm taraftarları bu olayın o dönemde sıklıkla yaşanan kıtlıklardan biri olduğunu ve bu kıtlığın bir soykırımmış gibi lanse edildiğini savunmakta ve olayların Batı’lı medyanın -bazı güçlü savlarla- bir karalama kumpası olduğunu iddia etmektedir. Genel hakim görüş ise artık Rus toplumunun bile bu olayı kabul ettiğini, zaten olayların yakın bir geçmişte yaşandığı için milyonlarca görgü tanığı olduğunu savunuyor.
Tumblr media
İddia Olayların Seyri
Sovyetler Birliği’nin sosyalist anlayış gereği toprakta özel mülkiyete dayanan üretimi ortadan kaldırmak ve kolektif bir üretime geçmek istemesi Ukrayna’daki görece zengin toprak köylülerinde huzursuzluk yarattı. Köylülerin kolektifleştirme hamlesine tepkisi tarımsal üretimi durdurmak oldu. Bu durumun neticesinde de Ukrayna'da kıtlığa ve kıtlığın tetiklediği salgın hastalıklara bağlı ölümler gerçekleşti. Mevcut Sovyet yönetiminin bölgeye giriş çıkışları yasakladığı ve halkı bile isteye ölüme terk ettiği iddia edilmektedir. 
Uygulandığı düşünülen yaptırımlar: (Ukrayna Ankara B.Elçiliği)
Un hazırlaması için çok yüksek fiyat konulması;
Yemek olarak kullanılabilecek her şeye el konulması;
Yiyecek maddelerinin satışını yapma yasağı konulması;
Aç insanların yemek bulmak amacı ile Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerine gitmesini engellemek amacı ile ülke içi ve gümrük askerlerinin harekete geçmiş olması;
*Not: Olayları reddeden görüş kullanılan görsellerin doğruluğundan şüphe duyduğunu ve bir çoğunun Birinci Dünya Savaşı’ndan veya başka tarihsel olaylardan alıntı olduğunu iddia ediyor. Zamanında kasıtlı şekilde haber yaptırıldığı ve bu fotoğrafların bilinçli şekilde kullanıldığı söyleniyor.
youtube
Son olarak kişisel görüşümü belirteyim ki kaçak dövüşüyor olmayayım. Bu ve bunun vb gibi sayısız tartışma var. Hangisi gerçek, hangisi kasıtlı hangisi kasıtsız... artık mevzu bu değil sanırım. Zaten fikirsel değişim için bunların kaçınılmaz olarak yaşanacağını, kansız devrim olmayacağını işin düşünsel kısmında reddeden olmadığı için uygulamada bunların olabilmesi beni şaşırtmıyor, şok etmiyor. Beni şaşırtan bunu kabul eden bir görüşün önlerine bir örnek konulunca holigan bir tarafla reddetmeye geçmesi. Yani evet pek ala bu olay tamamen iddia edildiği gibi Batılı medyanın bir uydurması olabilir ama şunu atlamamak lazım; Eh abiler:
Stalin iyiydi ama çevresi kötüydü. Yönetici seçkinci saray tayfa yoktu olsa olsa saraycık tayfa vardı Gulag’lar aslında öyle bir yer değildi, kıraathaneydi canım oralar hep. Holodomor, Batı’lı medyanın kirli kapitalist yalanlarıydı.
Hep mi başkası suçlu, haksız bre kardeşim. Ne demiş dedeler, iğneyi kendine çuvaldızı başkasına...
Naçizane bazen daha güçlü olmak için önce kendinle yüzleşebilmek gerekir diye düşünüyorum.
10 notes · View notes
netbilge · 2 years ago
Text
Çocuklarda Ateş kaç olmalı, Ateş Neden olur, Kaç olmalı, ne yapılmalı?
Çocuklarda Ateş kaç olmalı, Ateş Neden olur, Kaç olmalı, ne yapılmalı?
Çocuklarda Ateş kaç olmalı, Ateş Neden olur, Kaç olmalı, ne yapılmalı? Vücut, enfeksiyonlara (bakteri ve virüsler) ateş ile cevap verebilir. Çoğu zaman da ateş daha sonra gelecek olan bir hastalığın ilk belirtisi de olabilir. 39 – 40 derecelik ateşte dolaşım sistemi uyarılır ve bununla birlikte bağışıklık sisteminin savunma mekanizması devreye girer. Virüsler ve bakteriler öldürülür veya…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
bocek-ilaclama-hizmeti · 3 years ago
Photo
Tumblr media
Apartman İlaçlama Nedir ve Apartman İlaçlama Nasıl Yapılır
Haşere istilasına uğrayan toplu yaşam alanlarının etkili ilaçlama yöntemleri ile bu tetidi ortadan kaldırılması işlemi apartman ilaçlama uygulamasıdır.
Site ve apartman ilaçlama uygulamalarında ortamın bulunan oksijen yok edilerek istilaya neden olan haşerelerin sinir sistemi bozularak haşerelerin yuvalarından çıkmaları sağlanır ve hepsi öldürülür. Tüm bu türden etkili ilaçlama yöntemlerine apartman ilaçlama uygulaması denilmektedir.
En etkili yöntemlerden olan bu kokulu ilaçlama tekniği sırasında apartmanda maskesiz personel bulunmamaktadır. Tüm güvenlik tedbirleri alınarak profesyonel (Bariyer İlaçlama) ekibimiz tarafından uygulamaya uygun kıyafet ve ekipmanlar ile apartman ilaçlama işlemleri detaylı bir şekilde uygulanır.
Öncelikle söz konusu şikayetinizi size detaylı bir şekilde sorarak sizi dinliyoruz. Apartman ilaçlama uygulamasından önce yapılan işlem, ne tür bir şikayet ile karşı karşıya olunduğu tespit edilerek şikayetin türü belirlenir. Şikayet türü belirlendikten sonra Apartman da söz konusu olan istila hangi zararlı vasıtası ile gerçekleşmiş olduğunun yanında yaşanan istila düzeyinin hangi düzeyde olduğu belirlenir.
APARTMAN İLAÇLAMA HİZMETİ İÇİN HEMEN BİZİ ARAYIN
AloBariyer +90 216 641 93 93 Hemen Ara Destek Al
@bariyerilaclama İstanbul'un Her Yerinde 7/24 Hizmet Veriyoruz.
Detay: http://www.bariyerilaclama.com/apartman-ilaclama-nedir-ve-nasil-yapilir
#böcekilaçlama #apartman #apartmanilaçlama #siteilaçlama #binailaçlama #bina #topluyaşamalanı #ilaçlama #böcekistilası #AloBariyer
0 notes
isveins · 3 years ago
Text
KÖPEK NECİS MİDİR? KÖPEK NEDEN NECİS KABUL EDİLİYOR?
KÖPEK NECİS MİDİR? KÖPEK NEDEN NECİS KABUL EDİLİYOR?
Köpek ve kediyi evin içinde beslemek caiz mi? Köpekler insana en yakın hayvanlardan birisidir hatta bir numaradır. Bir lokma ekmek versen unutmaz, seni yıllarca korur. Nankörlük nedir bilmezler. İnsanın evladı bile mezarına uğramazken köpekler sahiplerinin mezarlarını sık sık ziyaret ederler. Güneydoğuda köpeklerin belediyeler tarafından ortadan kaldırıldığını okudum. Köpekler niçin öldürülür.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
hanargelisim · 3 years ago
Text
Tumblr media
Bakara 178.Ayet: يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِصَاصُ فِي الْقَتْلٰىۜ اَلْحُرُّ بِالْحُرِّ وَالْعَبْدُ بِالْعَبْدِ وَالْاُنْثٰى بِالْاُنْثٰىۜ فَمَنْ عُفِيَ لَهُ مِنْ اَخ۪يهِ شَيْءٌ فَاتِّبَاعٌ بِالْمَعْرُوفِ وَاَدَٓاءٌ ا��لَيْهِ بِاِحْسَانٍۜ ذٰلِكَ تَخْف۪يفٌ مِنْ رَبِّكُمْ وَرَحْمَةٌۜ فَمَنِ اعْتَدٰى بَعْدَ ذٰلِكَ فَلَهُ عَذَابٌ اَل۪يمٌ
.
Bakara 178.Ayet: Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın (öldürülür). Ancak her kimin cezası, kardeşi (öldürülenin velisi) tarafından bir miktar bağışlanırsa artık (taraflar) hakkaniyete uymalı ve (öldüren) ona (gereken diyeti) güzellikle ödemelidir. Bu söylenenler, Rabbinizden bir hafifletme ve rahmettir. Her kim bundan sonra haddi aşarsa muhakkak onun için elem verici bir azap vardır.
.
.
Yaşamı kutsayanlar ölüme karşı bir duruş sergileyerek felsefelerini zirveye taşırlar.
Ölüm doğal bir olay olduğu gibi, kaçınılmazdır.
Gerçek anlamı ile dolaylı, yan ve mecazi anlamları aynı noktaya işaret eder.
Bütünden kopmayı, dağılmayı, bir sürecin bitip yeni bir sürecin başladığını gösteren ortak ifadeleri bütün anlamların içinde farketmek mümkündür.
Ölüm konusundaki kısasa kısas prensibinin kutsanmış, tavsiye edilmiş ve Tanrı tarafından ödüllendirilmiş olmasının nedenin, her şeyin telafisinin doğal yollarla olmasından, ölümün ise Allah'ın mucizeleri listesinde olmasından ileri gelir.
Bu durumun da denk konumda olan bireyler ile çözümlenmesi TOPLUMSAL BİLİNÇ dengesini kuracak, istikrar oluşacaktır.
Daha ileri gitmek tersine negatif müdahale olacağından, saldırgan kişiye tekrar müdahale hakkı tanıyacaktır.
Böyle bir sonucun ise doğuracağı ölümde süreklilik çözümsüz ve nedensiz kan davalarının insan hayatına dahil olmasına neden olacaktır.
Kurulan devletler bir arayüz güç olarak bu çözümsüzlüğe çeşitli yöntemlerle çözümler üretmeye uğraş vermişlerdir.
Şeriat kanununun kapsamı alanında onun bir alt kolu olacak, olabilecek olan çeşitli hukuk sistemleri vardır. Bunlar Tanrıdan gelen tavsiyelerin yöntem ve müdahale biçimini değiştirerek yine aynı sonuca ulaşma gayesi taşıyan sistemlerdir. Burada amaç, denge, istikrar, adalettir.
Herşeye rağmen kurtuluşu ise insanın rızasına, insanların birbirlerine karşı rızalarına bağlar gibi görünse de burada bir tuzak sezmek mümkündür.
Hz Muhammed döneminde ve diğer peygamberler döneminde kardeşler arası çekişmenin varlığı ortadayken kiralık katil aracılığıyla bir kardeşi öldürtüp sonra TOPLUM önünde bu kişiyi affetmek olasılığıda olasılıklar arasında bir olasılıktır.
Bu noktada devreye iki gücün girmesi gerekir.
Adaleti sağlayacak kurumlar, yargılayıcılar ve Allah'ın iradesi, Tanrısal adalet.
Birincisini takip etmek ve sonucu bilinç düzeyine çıkarmak mümkünken ikincisini izlemek zor olduğu gibi çoğunlukla bilinç düzeyine ulaşmamış farkındalık şeklinde yaşam örgüsüne bir dengeleyici olarak dahil olur.
Dikkati çeken bir başka konu ise, hiyerarşide kölelerin de varlığıdır.
Köleliği tarihte geçmiş acı olaylardan bildiğimiz, tanıdığımız için bunun kullanılaması insanın eşitlik ve adalet duygularını ayaklandırıyor.
Oysa kölelik hiyerarşik sistemin en alt veya onun bir üst basamağını kullanılan bir tanımsal ifadedir.
Burada köle yerine her insanın toplumda bulunduğu konuma, dereceye, Toplumda sahip olduğu nüfuz alanı ve gücüne göre tanımlanmış bireyler deseydi hiçkimse buna tepki gösteremez, hatta KUTSAL KİTAP bu yaklaşımından ve adalete gösterdiği özenden, önemden dolayı kutsanır, yüce bir noktaya taşınır, inançlılar arasında daha fazla kabul görür, inançsızlar arasında ise müdahaleye daha az izin veren bir bilinç düzenleme kalesine dönüşürdü.
.
.
HaNAR
.
.
        #thehanardevelopment #personalconstutionaltrials #hanargelisim #HaNARgelisim #hanargelisimtakvimi #theroad #birey #kişiselanayasadenemeleri #dive #kişiselanayasa #God #bakışaçısı #tasarım #religionofnewworldpeace #религиюмира
0 notes
hetesiya · 3 years ago
Text
Türk sünniliği Taliban’dan farklı mı?
Tumblr media
Gökhan Bacık
Taliban’ın şeriat yorumuna sekülerlerin tepkisi normal. Ancak anlaşılması zor olan Türkiye’deki Sünni bazı çevrelerin tepkisi.
Bir kere şunun altını hemen çizelim: Taliban yeni bir şeriat icat etmedi. Yani Taliban’a özgü bir şeriat yok. Taliban’ın uyguladığı şeriat üç aşağı beş yukarı bildiğimiz şeriat. Sanki Taliban’ın uyguladığının dışında bir şeriat varmış gibi tepkiler bilgisizlikten kaynaklanıyor.
Nitekim, Taliban’ın şeriat yorumu hemen hemen İran ve Suudi Arabistan ile aynı. Bu konuda ikna olmak isteyenler İran Ceza Kanunun okuyabilirler, Suudi Arabistan’daki ceza uygulamalarına bakabilirler.
Ancak burada bir nokta var: Suudi Arabistan’da Hanbeli mezhebine dayalı Vehhabi şeriat tecrübesi var. İran’da ise Şii-Caferi paradigmasına dayalı bir şeriat var. Taliban ile Hanefi mezhebine dayalı bir şeriat devletini görüyoruz. Hanefilik bilindiği üzere Türkiye’de de insanların çoğunun mensup olduğu mezhep. Tabii ki Hanefiliğin Taliban ile şeriat devletine kaynak olması bu mezhebin tarihsel olarak ılımlı olduğu tezine büyük bir darbe vuracak.
Burada şunun altını çizmeye çalışıyorum: Şeriat denilen şey üç aşağı beş yukarı Taliban’ın uyguladığı şekliyledir. Bu şekliyle de Türkiye’deki Sünni fıkıh ile aynıdır. Sorun ise insanların bunu bilmemesidir.
Şimdi bazı örnekler verelim. Bu örnekleri de Türkiye Sünniliğinin temsilcisi olan başat örneklerden alıyoruz.
Örneğin: Hırsızın cezasını nasıl vereceğiz? Elini kesecek miyiz?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Kur’an Yolu Tefsiri bize şunu söyl��yor.
“Hırsız bu suçu ilk defa işlemişse fakihlerin çoğunluğuna göre sağ eli bileğinden kesilir. Suçun tekrarı halinde verilecek ceza konusunda hukukçular farklı görüşlere sahiptirler: Hz. Ali, Hz. Ömer ve Ebû Hanîfe’ye göre suçu ikinci defa işleyen hırsızı te’dip için hapis ve sopa cezası uygulanır fakat eli veya ayağı kesilmez. Çoğunluğa göre ise ikincisinde sol ayağı kesilir (İbn Âşûr, VI, 192).” [Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 267-269.]
Peki, erkek birden fazla kadınla evlenebilir mi?
Diyanet’in İlmihal 2 şöyle diyor: “İslâm hukukunda bir erkeğin belirli şartlarla birden fazla kadınla evlenmesi mümkündür.” Diyanet’e bağlı kalmayalım. Örneğin İslam’ı yenileme iddiasındaki Said Nursi’ye göre “dörde kadar taaddüd-ü zevcat tabiata, akla, hikmete muvafıktır.”
Peki, dinden çıkanın hayat hakkı var mıdır? Yine Said Nursi’ye bakarsak: “Mürtedin vicdanı tamam bozulduğundan, hayat-ı içtimaiyeye zehir olur. Ondandır ki, ilm-i usûlde mürtedin hakk-ı hayatı yoktur.” (Mesnev-i Nuriye)
Türkiye’de çok tıklanan ve Nurcu akıma yakın olan Sorularlaislamiyet.org bu konuda bizi “aydınlatıyor”: “Maliki, Şafii ve Hanbeli mezhebine göre, mürtedin tövbe etmesi için üç gün mühlet verilmesi vaciptir. Üç günün her birinde kendisine tevbe telkin edilir. Kabul ederse ölümden kurtulur. Şayet bu üç gün içinde tevbe etmezse öldürülür. (bk. V. Zuhayli, el-Fıkhu’l-İslamî, 6/187-188)
Peki, kadın dövülür mü?
Bu konuda da Fethullah Gülen’i dinleyelim: “Şimdi ben size sorayım: Bu türlü kademelerle gelinip ulaşılan bir dövmeye hangi akıl ve mantık sahibi itiraz edebilir. Hem yüz kadından birinde böyle bir dövme, müspet tesir icra ederek o kadını yola getirecekse, İslâm dini niçin böyle bir çarenin önünü tıkasın? Bu da terbiye usûl ve metodunun bir parçasıdır.”
Bu listeye yüz tane daha konu eklenebilir. Örneğin, Taliban neden sakal bırakıyor? Sarık takıyor? Bunların hepsi Türkiye Sünniliğinin kutsadığı şeylerdir.
Nitekim, Türkiye Sünniliğinin içkin olarak Hanefi fıkhına dayanan Taliban şeriat yorumuna karşı suskunluğu da bu açıdan ikrar anlamına gelir. “İkindi namazının sünnetinde ön cemaati bir kadın durabilir” denilirse kıyamet koparan tarikat şeyhi, diyanet müftüsü, filanca cemaatin hocaefendisi Taliban konusunda sessiz kalıyor. Bu sessizlik “kabul” anlamına geliyor.
Şimdi teorik bazı tespitler yapalım:
Birincisi, Türkiye Sünniliği ile Taliban fıkhı arasında büyük bir fark yoktur.
İkincisi, fark pratiktedir. Yani kitaplarda “uyumakta” olan Türkiye Sünni fıkhı uygulayıcı bir güçten mahrumdur.
Burada kritik nokta şudur: Türkiye’de bugün neden hırsızın eli kesilmiyor? Çünkü Türkiye’de seküler hukuk vardır ve bunun kaynağı Osmanlı modernleşmesi artı Kemalizm’dir. Yoksa, Müslüman alimler tarihin bir yerinde İslam fıkhını yeniledikleri için değildir. Yani, bir tarihte fakihler bir araya gelerek “el kesmekten, kadın dövmekten” vaz geçmemiştir. Vaz geçmedikleri için 2021 yılında yazdıklarında hala el kesmek, çok eşlilik, kadın dövmek, kölelik, cariyelik gibi konular zırla gitmektedir.
O yüzden eğer politik şartlar uygun olursa “hadi bakalım kitaplardaki şu fıkhı getirin” denirse varılacak son durak Taliban benzeri bir şeriattır.
Dolayısıyla Müslümanların önünde üç yol bulunuyor:
1.Laikliği benimsemek,
2.İslam fıkhını yenilemek,
3.Sonunda Taliban benzeri bir sonuca ulaşacak Şeriatı olduğu gibi benimsemek.
İslam fıkhını yenilemek mümkün mü sorusu ise geçen yüz yıla bakarsak “hayır” cevabını verebiliriz. Yüz yıldır İslam fıkhı yenilenmemiştir. “Zaruret prensibi bazı şeylere cevaz verir” yaklaşımı ile kelime oyunları, stratejik oyunlar yapılmıştır. Halbuki zaruret prensibinin esnekliği ile bir hukuk yenilenemez.
Sonuç olarak yazının başındaki soruya cevap verelim: Türkiye’de ana akım Sünni kaynaklardaki şeriat Taliban şeriatı ile üç aşağı beş yukarı aynıdır.
“Ah bu Emevi İslam’ı” yahut “siyasal İslamcılar yok mu” diye verilen tepkiler de bilgisizlikten kaynaklanıyor. Olup bitenin Emevilerle ilgisi yok. Siyasal İslamcılara laf sokanlar ise onlarla aynı şeriatı içeren kitaplar okuduklarını ama bunu anlamadıklarının farkında bile değiller.
https://ahvalnews.com/tr/taliban/turk-sunniligi-talibandan-farkli-mi
0 notes